Post by Admin on Oct 7, 2014 13:16:02 GMT
Delilsiz, araştırmasız ve sadece taklidî olarak bir davayı benimseyenlerin, ileride karşılaşacakları küçük sarsıntılar karşısında tereddüde düşmeleri, hattâ o davadan vazgeçmeleri mümkündür. Düşünerek, akıl ve muhakeme ile bir davayı benimseyenlerin ise, ideallerine cansiperane sarıldıkları ve daha önce batıl davalarda gösterdikleri gayret ve sebatın fazlasını, girdikleri hak davada gösterdikleri görülmüştür.
İslam tarihi bu hakikatin birçok misalleriyle doludur. İşte, İslamiyet’e girdikten sonra sahabiler arasında mümtaz bir mevki kazanan Adiyy bin Hâtem de bunlardan biridir.
Cömertliğiyle meşhur Hâtem-i Tâî’nin vefatından sonra, Tayy kabilesinin başına gelen zatın oğlu olan Adiyy, Hıristiyan idi. Kendi dinine sıkı sıkıya bağlıydı. Peygamberimizin (a.s.m.) İslam davasını ilan etmesinden, kendi inançlan hesabına çok müteessir olmuştu. Yıllardan beri atalarının izinden giden Arapların böyle yeni çıkan birisinin peşinden gitmelerini bir türlü hazmedemiyordu. Çok huzursuz oldu ve başını alıp Arap Yarımadası’nı terk ederek, Hıristiyanlığın yaygın olduğu Anadolu içerilerine geldi. Hattâ bir rivayete göre, İstanbul’a kadar gelerek kayserin huzuruna çıktı.
Bir müddet sonra avare şekilde dolaşmaktan bıktı ve kendi kendine şöyle dedi:
“Şu zata [Hz. Muhammed’e] niçin gitmiyorum ki?! Eğer yalan söylüyorsa, ben onu fark ederim. Yok, eğer doğru söylüyorsa ona tabi olurum.”
Bu düşüncesinden sonra kalkıp Resûlullah’ın huzuruna geldi. Sahabe-i Kirâm, Adiyy’in âniden çıkıp gelmesine çok şaşırmışlardı. Resûlullah ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.” (Resûlullah bu sözü üç defa tekrarladı.)
“Benim dinim var.”
“Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”
“Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?!”
“Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemiyor musun? Bu senin dininde sana helal değildir.”
Bu konuşmalardan sonra Adiyy tekrar ortalıktan kayboldu. Kendi iç âleminde devamlı olarak manevi fırtınalar kopuyordu. İslamiyet’i kabul hususunda artık tereddütleri başlamıştı. Bir ay kadar sonra Adiyy tekrar Resûlullah ile karşılaştı. Resûlullah şöyle buyurdu:
“Ben senin İslam’a girmene mâni olan şeyi biliyorum. Sen bu dine, ‘Sadece zayıflar, kuvvetli olmayanlar giriyor, zaten Araplar da böyle kimseleri içlerinden atmışlardır.’ diye düşünüyorsun. Hîre’yi bilir misin?
“Görmedim, ama duydum.”
“Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah bu dini mutlaka tamamlayacak ve hâkim kılacak. O kadar ki, bir kadın kimseye ihtiyaç duymadan, tek başına Hîre’den kalkarak gelip Kâbe’yi tavaf edecek. Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri ele geçirilecek.”
“Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri mi?!”
“Evet, Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri… Servet bollaşacak. O kadar ki, varlıklı kimseler yardım yapmak için fakir bulamayacak.”
Yıllar sonra, hayat hikâyesini ve Resûlullah ile aralarında geçen konuşmaları naklederken Adiyy şöyle demiştir:
“Kimsesiz bir kadının Hîre’den gelip Kâbe’yi tavaf ettiğine şahit oldum. Kisranın hazinelerini ele geçirmeye giden askerî birliğin öncüsü idim. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü bunu Resûlullah (a.s.m.) söylemiştir.”[1]
Adiyy bin Hâtem, kendisinden önce Müslüman olan kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’in de teşvikleriyle Miladi 630 yılında Müslüman olmuştu. Resûl-i Ekrem’le (a.s.m.) iki sene gibi kısa bir zaman beraber olmasına rağmen birçok hadis-i şerif nakletmiştir.
Hz. Adiyy, tıpkı babası ve Hâtem-i Tâî gibi çok cömert idi. Sahabe arasında kendisine çok hürmet gösterilirdi. Resûl-i Ekrem’in yanına geldiğinde de Resûlullah kendisine ikramlarda bulunurdu.
Kendisi çok şefkatliydi. Karıncalara bile şefkatle muamele eder, “Bunlar bizim komşularımızdır. Onların da hakkı vardır.” diyerek, karıncalara yemek verirdi.
İbadetine öylesine düşkündü ki, “Her bir namaz vaktini iştiyakla bekliyorum.” derdi.
Hz. Ebû Bekir zamanında meydana gelen irtidat hadiselerinde halifeye sadakatle hizmet etmiş ve kavminin hadiselere karışmaması için cansiperane bir mücadele vermişti.
Irak muharebelerinde Hâlid bin Velid’in yardımcısı olarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Kadisiye ve Mihrân Savaşlarında da Ebû Ubeyde’nin kumandası altında cansiperane gayretlerinden geri kalmadı.
Uzun müddet kendi kabilesi arasında, diğer sahabilerden uzak kalmıştı. Bir gün Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Medine’ye geldi. Kendisini tanımadığını zannederek Hz. Ömer’e, “Ey Müminlerin Emiri, beni tanımadınız mı?!” dedi. Hz. Ömer şöyle karşılık verdi:
“Sizi nasıl tanımam?! Siz ki Cenâb-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuşsunuz. Birçokları hak yoldan ayrılırken siz sebat ettiniz. Birçokları inkâr ederken, siz hakkı tasdik ettiniz. Onlar ihanet ederken, siz sadakat gösterdiniz. Onlar sırt çevirirken, siz göğüs gerdiniz…”[2]
Nefsinin methedilmesinden hoşlanmayan Adiyy bin Hâtem, “Yeter, ey Ömer!” diyerek Hz. Ömer’in sözünü kesti.
Adiyy bin Hâtem, mümtaz hizmetlerle geçen uzun bir ömre mazhar olmuş ve Hicret’in 68. yılında Kûfe’de vefat etmiştir.
Allah şefaatine nail etsin!
_______________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 393.
[2]İsâbe, 2: 468.
İslam tarihi bu hakikatin birçok misalleriyle doludur. İşte, İslamiyet’e girdikten sonra sahabiler arasında mümtaz bir mevki kazanan Adiyy bin Hâtem de bunlardan biridir.
Cömertliğiyle meşhur Hâtem-i Tâî’nin vefatından sonra, Tayy kabilesinin başına gelen zatın oğlu olan Adiyy, Hıristiyan idi. Kendi dinine sıkı sıkıya bağlıydı. Peygamberimizin (a.s.m.) İslam davasını ilan etmesinden, kendi inançlan hesabına çok müteessir olmuştu. Yıllardan beri atalarının izinden giden Arapların böyle yeni çıkan birisinin peşinden gitmelerini bir türlü hazmedemiyordu. Çok huzursuz oldu ve başını alıp Arap Yarımadası’nı terk ederek, Hıristiyanlığın yaygın olduğu Anadolu içerilerine geldi. Hattâ bir rivayete göre, İstanbul’a kadar gelerek kayserin huzuruna çıktı.
Bir müddet sonra avare şekilde dolaşmaktan bıktı ve kendi kendine şöyle dedi:
“Şu zata [Hz. Muhammed’e] niçin gitmiyorum ki?! Eğer yalan söylüyorsa, ben onu fark ederim. Yok, eğer doğru söylüyorsa ona tabi olurum.”
Bu düşüncesinden sonra kalkıp Resûlullah’ın huzuruna geldi. Sahabe-i Kirâm, Adiyy’in âniden çıkıp gelmesine çok şaşırmışlardı. Resûlullah ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:
“Ey Adiyy! Müslüman ol ki kurtulasın.” (Resûlullah bu sözü üç defa tekrarladı.)
“Benim dinim var.”
“Ben senin dinini senden daha iyi biliyorum.”
“Benim dinimi benden daha iyi nasıl biliyorsun?!”
“Evet, sen Rakusiye’den değil misin? Kavminin dörtte bir ganimetini yemiyor musun? Bu senin dininde sana helal değildir.”
Bu konuşmalardan sonra Adiyy tekrar ortalıktan kayboldu. Kendi iç âleminde devamlı olarak manevi fırtınalar kopuyordu. İslamiyet’i kabul hususunda artık tereddütleri başlamıştı. Bir ay kadar sonra Adiyy tekrar Resûlullah ile karşılaştı. Resûlullah şöyle buyurdu:
“Ben senin İslam’a girmene mâni olan şeyi biliyorum. Sen bu dine, ‘Sadece zayıflar, kuvvetli olmayanlar giriyor, zaten Araplar da böyle kimseleri içlerinden atmışlardır.’ diye düşünüyorsun. Hîre’yi bilir misin?
“Görmedim, ama duydum.”
“Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah bu dini mutlaka tamamlayacak ve hâkim kılacak. O kadar ki, bir kadın kimseye ihtiyaç duymadan, tek başına Hîre’den kalkarak gelip Kâbe’yi tavaf edecek. Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri ele geçirilecek.”
“Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri mi?!”
“Evet, Kisra bin Hürmüz’ün hazineleri… Servet bollaşacak. O kadar ki, varlıklı kimseler yardım yapmak için fakir bulamayacak.”
Yıllar sonra, hayat hikâyesini ve Resûlullah ile aralarında geçen konuşmaları naklederken Adiyy şöyle demiştir:
“Kimsesiz bir kadının Hîre’den gelip Kâbe’yi tavaf ettiğine şahit oldum. Kisranın hazinelerini ele geçirmeye giden askerî birliğin öncüsü idim. Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü bunu Resûlullah (a.s.m.) söylemiştir.”[1]
Adiyy bin Hâtem, kendisinden önce Müslüman olan kız kardeşi Sefane bint-i Hâtem’in de teşvikleriyle Miladi 630 yılında Müslüman olmuştu. Resûl-i Ekrem’le (a.s.m.) iki sene gibi kısa bir zaman beraber olmasına rağmen birçok hadis-i şerif nakletmiştir.
Hz. Adiyy, tıpkı babası ve Hâtem-i Tâî gibi çok cömert idi. Sahabe arasında kendisine çok hürmet gösterilirdi. Resûl-i Ekrem’in yanına geldiğinde de Resûlullah kendisine ikramlarda bulunurdu.
Kendisi çok şefkatliydi. Karıncalara bile şefkatle muamele eder, “Bunlar bizim komşularımızdır. Onların da hakkı vardır.” diyerek, karıncalara yemek verirdi.
İbadetine öylesine düşkündü ki, “Her bir namaz vaktini iştiyakla bekliyorum.” derdi.
Hz. Ebû Bekir zamanında meydana gelen irtidat hadiselerinde halifeye sadakatle hizmet etmiş ve kavminin hadiselere karışmaması için cansiperane bir mücadele vermişti.
Irak muharebelerinde Hâlid bin Velid’in yardımcısı olarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Kadisiye ve Mihrân Savaşlarında da Ebû Ubeyde’nin kumandası altında cansiperane gayretlerinden geri kalmadı.
Uzun müddet kendi kabilesi arasında, diğer sahabilerden uzak kalmıştı. Bir gün Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Medine’ye geldi. Kendisini tanımadığını zannederek Hz. Ömer’e, “Ey Müminlerin Emiri, beni tanımadınız mı?!” dedi. Hz. Ömer şöyle karşılık verdi:
“Sizi nasıl tanımam?! Siz ki Cenâb-ı Hakk’ın ikramına mazhar olmuşsunuz. Birçokları hak yoldan ayrılırken siz sebat ettiniz. Birçokları inkâr ederken, siz hakkı tasdik ettiniz. Onlar ihanet ederken, siz sadakat gösterdiniz. Onlar sırt çevirirken, siz göğüs gerdiniz…”[2]
Nefsinin methedilmesinden hoşlanmayan Adiyy bin Hâtem, “Yeter, ey Ömer!” diyerek Hz. Ömer’in sözünü kesti.
Adiyy bin Hâtem, mümtaz hizmetlerle geçen uzun bir ömre mazhar olmuş ve Hicret’in 68. yılında Kûfe’de vefat etmiştir.
Allah şefaatine nail etsin!
_______________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 3: 393.
[2]İsâbe, 2: 468.