Post by Admin on Oct 7, 2014 13:13:42 GMT
İslam’ın ilk yıllarında iman saadetine eren, Peygamberimizin müezzinlerinden olan, Medine’ye ilk hicret eden Muhacirler arasına giren ve 13 defa gaza ve seferler sırasında Peygamberimiz tarafından Medine’de vekil bırakılarak Müslümanlara namaz kıldıran Hz. Abdullah (r.a.), göz nimetinden mahrumdu, fakat kalbi ve basireti nurlu bahtiyarlandandı.
İbni Ümmü Mektûm’un asıl ismi “Amr”dır, fakat Medineliler “Abdullah” diyorlardı. Babası Kays bin Zâide, annesi Âtike bint-i Abdullah idi. Kendisi de annesine nispetle “Ümmü Mektûm’un oğlu” manasında “İbni Ümmü Mektûm” ismiyle meşhur olmuştur. Hz. Hatice validemizin de dayısının oğluydu.[1]
İbni Ümmü Mektûm Hazretleri’nin gözlerini ne zaman kaybettiği hususunu şu mukaddes sohbetten öğrenmekteyiz:
Hz. Enes’in (r.a.) anlattığına göre, bir defasında Hz. Cebrail, Peygamberimizin huzuruna geldiğinde İbni Ümmü Mektûm da orada bulunuyordu. Cebrail “Gözünü ne zaman kaybettin?” diye sorunca, “Çocukken.” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Cebrail kendisine şu müjdeyi verdi:
“Allah Tealâ buyuruyor ki: ‘Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona cenneti mükâfat olarak veririm.’”
Bu hadiseyle de, İbni Ümmü Mektûm dünyadayken cennet müjdesini almış oluyordu.[2]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Müslüman olduktan sonra Peygamberimizin sohbetinde bulunmak için sık sık huzuruna gelirdi. Peygamberimizden Kur’ân âyetlerini ezberledi. Bir defasında Peygamberimiz, Utbe bin Şeybe, Ümeyye bin Halef ve Ebû Cehil gibi Kureyş’in ileri gelenleriyle, “Belki içlerinden birkaçı imana gelir de İslam’ın gücü artar, onlara bakarak birçok insan da Müslüman olur.” düşüncesiyle tebliğ vazifesini yapıyordu. Bu esnada İbni Ümmü Mektûm meclise gelerek Peygamberimize hitaben, “Yâ Resûlallah, bana Kur’ân okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret.” dedi.
Peygamberimiz onların üzerinde fazla durduğundan, İbni Ümmü Mektûm’la ilgilenemedi. İbni Ümmü Mektûm, Peygamberimizden cevap alamayınca, arzusunu birkaç defa tekrar etti. Peygamberimiz ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi, onlarla konuşmaya devam etti. Orada bulunanların, “Bu dine hep zayıflar, fakirler, köleler ve âmâlar giriyor.” diye alaylı bir şekilde gülmelerine yol açmamaları için İbni Ümmü Mektûm’u cevapsız bıraktı. Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada İlahî ikaz geldi:[3]
“Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı… Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti... Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur’ân bir öğüttür.”[4]
Bu hadiseden sonra Peygamberimiz, İbni Ümmü Mektûm’a iltifat ve ikramda bulundu. Ne zaman onu görse, “Ey Rabb’imin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diye latife yapardı. Bazen de hırkasını serer, oturtur, hâlini hatırını sorardı. Artık ona ailesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.[5]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Medine’ye ilk hicret edenler arasındaydı. Medine’ye önce vardıklarından halka Kur’ân dersi veriyordu. Peygamberimiz, Medine’ye yerleştikten ve Mescid-i Şerif’i yaptıktan sonra ona en büyük şeref sayılan müezzinlik vazifesini verdi.
Peygamberimizin Medine’de üç müezzini vardı: Bilâl, Ebû Mahzûre ve İbni Ümmü Mektûm (r.a.)… Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû Mahzûre, o da bulunmadığı zaman İbni Ümmü Mektûm ezan okurdu. İbni Ümmü Mektûm, Ramazan’da ezan okuyor, sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun için Peygamberimiz, “Bilâl ezanı gece okuyor. İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz.” buyuruyordu.[6]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, evinin mescide uzak olmasına ve âmâ olmasına rağmen bütün namazlarda mescide gelir, cemaatle namaz kılardı. Peygamberimizin, namazını evinde kılabileceğine dair izin vermesine rağmen, müezzinlikten geri kalmamak için cemaati terk edemeyeceğini söylerdi.
Çok zaman Hz. Ömer ona rehberlik eder, gidip gelirken yardımcı olurdu.
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Kur’ân hafızıydı. Peygamberimizden duyduğu birçok hadis-i şerifi de ezberlemişti. Son derece takva sahibi bir zattı.
Hicret’ten sonra cihat başlayınca eli silah tutan bütün müminler savaşa katıldı. Savaşa katılanları öven “Müminlerden oturanlarla cihat edenler müsavi olmazlar.” mealindeki Nisâ Sûresi’nin 95. âyet-i kerimesi nazil olduğunda Peygamberimiz, Hz. Zeyd bin Sâbit’e kalem ve kâğıt getirmesini söyleyerek âyeti yazmasını söyledi. Bu sırada Hz. İbni Ümmü Mektûm orada hazır bulundu. Peygamberimize, “Ey Allah’ın Resûl’ü, cihada gücüm yetseydi ben de giderdim, fakat âmâyım!” dedi. Sonrasını Hz. Zeyd bin Sâbit şöyle anlatıyor:
“Bunun üzerine Allah, Peygamberimize vahiy gönderdi. Bu sırada Resûlullah’ın uyluğu benim uyluğumun üzerinde bulunuyordu. Vahyin ağırlığı bana o kadar çöktü ki, dizimin ufalanıp dağılmasından korktum! Sonra Resûlullah’tan vahyin izleri sıyrıldı. Allah ‘özür sahibi olanlar müstesna’ cümlesini gönderdi.”[7]
Bu âyet-i kerimeyle, mazereti ve özrü olanlara cihadın farz olmadığı bildiriliyordu. Fakat bu İlahî ruhsat varken, Hz. İbni Ümmü Mektûm bazı savaşlara katılır, bağırıp çağırmakla düşmana korku salardı. Fakat Peygamberimiz birçok gaza ve seferde Hz. İbni Ümmü Mektûm’u Medine’de vekil bırakarak imamlığı ona veriyordu.
Hz. Ömer devrinde meydana gelen Kadisiye Savaşı’na Hz. İbni Ümmü Mektûm da katılmıştı. Sırtında bir zırh, elinde de siyah bir sancak bulunuyordu. Bir köşeye çekilmiş, mücahitlere şevk veriyor, cesaretlerini artırıyordu. Gür sesiyle de düşmanı ürkütüyordu. Savaş bittiğinde şehitler arasında Hz. İbni Ümmü Mektûm da vardı.[8]
Allah ondan razı olsun!
___________________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 4: 206.
[2]Tabakât, 4: 206.
[3]age., 4: 208.
[4]Abese Sûresi, 1: 10.
[5]Tecrid Tercemesi, 2: 580.
[6]Buhârî, Ezan: 10.
[7]Umdetü’l-Karî, 18: 185.
[8]İsâbe, 2: 523.
İbni Ümmü Mektûm’un asıl ismi “Amr”dır, fakat Medineliler “Abdullah” diyorlardı. Babası Kays bin Zâide, annesi Âtike bint-i Abdullah idi. Kendisi de annesine nispetle “Ümmü Mektûm’un oğlu” manasında “İbni Ümmü Mektûm” ismiyle meşhur olmuştur. Hz. Hatice validemizin de dayısının oğluydu.[1]
İbni Ümmü Mektûm Hazretleri’nin gözlerini ne zaman kaybettiği hususunu şu mukaddes sohbetten öğrenmekteyiz:
Hz. Enes’in (r.a.) anlattığına göre, bir defasında Hz. Cebrail, Peygamberimizin huzuruna geldiğinde İbni Ümmü Mektûm da orada bulunuyordu. Cebrail “Gözünü ne zaman kaybettin?” diye sorunca, “Çocukken.” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Cebrail kendisine şu müjdeyi verdi:
“Allah Tealâ buyuruyor ki: ‘Ben bir kulumun gözünü aldığım zaman ona cenneti mükâfat olarak veririm.’”
Bu hadiseyle de, İbni Ümmü Mektûm dünyadayken cennet müjdesini almış oluyordu.[2]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Müslüman olduktan sonra Peygamberimizin sohbetinde bulunmak için sık sık huzuruna gelirdi. Peygamberimizden Kur’ân âyetlerini ezberledi. Bir defasında Peygamberimiz, Utbe bin Şeybe, Ümeyye bin Halef ve Ebû Cehil gibi Kureyş’in ileri gelenleriyle, “Belki içlerinden birkaçı imana gelir de İslam’ın gücü artar, onlara bakarak birçok insan da Müslüman olur.” düşüncesiyle tebliğ vazifesini yapıyordu. Bu esnada İbni Ümmü Mektûm meclise gelerek Peygamberimize hitaben, “Yâ Resûlallah, bana Kur’ân okut. Allah’ın sana öğrettiğinden bana da öğret.” dedi.
Peygamberimiz onların üzerinde fazla durduğundan, İbni Ümmü Mektûm’la ilgilenemedi. İbni Ümmü Mektûm, Peygamberimizden cevap alamayınca, arzusunu birkaç defa tekrar etti. Peygamberimiz ona aldırmayıp yüzünü buruşturup döndü, sözünün kesilmesini istemedi, onlarla konuşmaya devam etti. Orada bulunanların, “Bu dine hep zayıflar, fakirler, köleler ve âmâlar giriyor.” diye alaylı bir şekilde gülmelerine yol açmamaları için İbni Ümmü Mektûm’u cevapsız bıraktı. Fakat çok sürmedi, tam sözünü bitirip kalkacağı sırada İlahî ikaz geldi:[3]
“Yanına âmâ geldi diye yüzünü ekşitip döndü! Nereden bileceksin, belki de o günahlarından arınacaktı… Yahut o öğüt alacak ve o öğüt kendisine fayda verecekti... Öğüte ihtiyaç duymayan kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun. Onun inkâr ve isyan pisliği içinde kalmasından sen mesul değilsin. Sana koşarak gelen ve Allah’tan korkan kimseyi ise ihmal ediyorsun. Sakın! O Kur’ân bir öğüttür.”[4]
Bu hadiseden sonra Peygamberimiz, İbni Ümmü Mektûm’a iltifat ve ikramda bulundu. Ne zaman onu görse, “Ey Rabb’imin beni ikazına sebep olan kardeşim, merhaba!” diye latife yapardı. Bazen de hırkasını serer, oturtur, hâlini hatırını sorardı. Artık ona ailesinin bir ferdi gibi muamele ediyordu.[5]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Medine’ye ilk hicret edenler arasındaydı. Medine’ye önce vardıklarından halka Kur’ân dersi veriyordu. Peygamberimiz, Medine’ye yerleştikten ve Mescid-i Şerif’i yaptıktan sonra ona en büyük şeref sayılan müezzinlik vazifesini verdi.
Peygamberimizin Medine’de üç müezzini vardı: Bilâl, Ebû Mahzûre ve İbni Ümmü Mektûm (r.a.)… Hz. Bilâl olmadığı zaman Ebû Mahzûre, o da bulunmadığı zaman İbni Ümmü Mektûm ezan okurdu. İbni Ümmü Mektûm, Ramazan’da ezan okuyor, sahurun bittiğini insanlara bildiriyordu. Bunun için Peygamberimiz, “Bilâl ezanı gece okuyor. İbni Ümmü Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyip içiniz.” buyuruyordu.[6]
Hz. İbni Ümmü Mektûm, evinin mescide uzak olmasına ve âmâ olmasına rağmen bütün namazlarda mescide gelir, cemaatle namaz kılardı. Peygamberimizin, namazını evinde kılabileceğine dair izin vermesine rağmen, müezzinlikten geri kalmamak için cemaati terk edemeyeceğini söylerdi.
Çok zaman Hz. Ömer ona rehberlik eder, gidip gelirken yardımcı olurdu.
Hz. İbni Ümmü Mektûm, Kur’ân hafızıydı. Peygamberimizden duyduğu birçok hadis-i şerifi de ezberlemişti. Son derece takva sahibi bir zattı.
Hicret’ten sonra cihat başlayınca eli silah tutan bütün müminler savaşa katıldı. Savaşa katılanları öven “Müminlerden oturanlarla cihat edenler müsavi olmazlar.” mealindeki Nisâ Sûresi’nin 95. âyet-i kerimesi nazil olduğunda Peygamberimiz, Hz. Zeyd bin Sâbit’e kalem ve kâğıt getirmesini söyleyerek âyeti yazmasını söyledi. Bu sırada Hz. İbni Ümmü Mektûm orada hazır bulundu. Peygamberimize, “Ey Allah’ın Resûl’ü, cihada gücüm yetseydi ben de giderdim, fakat âmâyım!” dedi. Sonrasını Hz. Zeyd bin Sâbit şöyle anlatıyor:
“Bunun üzerine Allah, Peygamberimize vahiy gönderdi. Bu sırada Resûlullah’ın uyluğu benim uyluğumun üzerinde bulunuyordu. Vahyin ağırlığı bana o kadar çöktü ki, dizimin ufalanıp dağılmasından korktum! Sonra Resûlullah’tan vahyin izleri sıyrıldı. Allah ‘özür sahibi olanlar müstesna’ cümlesini gönderdi.”[7]
Bu âyet-i kerimeyle, mazereti ve özrü olanlara cihadın farz olmadığı bildiriliyordu. Fakat bu İlahî ruhsat varken, Hz. İbni Ümmü Mektûm bazı savaşlara katılır, bağırıp çağırmakla düşmana korku salardı. Fakat Peygamberimiz birçok gaza ve seferde Hz. İbni Ümmü Mektûm’u Medine’de vekil bırakarak imamlığı ona veriyordu.
Hz. Ömer devrinde meydana gelen Kadisiye Savaşı’na Hz. İbni Ümmü Mektûm da katılmıştı. Sırtında bir zırh, elinde de siyah bir sancak bulunuyordu. Bir köşeye çekilmiş, mücahitlere şevk veriyor, cesaretlerini artırıyordu. Gür sesiyle de düşmanı ürkütüyordu. Savaş bittiğinde şehitler arasında Hz. İbni Ümmü Mektûm da vardı.[8]
Allah ondan razı olsun!
___________________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 4: 206.
[2]Tabakât, 4: 206.
[3]age., 4: 208.
[4]Abese Sûresi, 1: 10.
[5]Tecrid Tercemesi, 2: 580.
[6]Buhârî, Ezan: 10.
[7]Umdetü’l-Karî, 18: 185.
[8]İsâbe, 2: 523.